Nurlu Dünya---Freedom--Azadi

Saturday, February 02, 2008



Abdulkadir GEYLANİ


Allahım, büyük Peygamberimiz'e salat ve selam eyle. Bu salat ve selam ondan sonra gelen ve zamanında yaşayan yakınlarına da olsun... «Bize bol sabır ver. Bu yolda yürümemiz için bize kuvvet ihsan eyle.» (2/250) Bizlere iyiliğini arttır. Verdiklerine de şükretmeyi nasip et...
Ey cemaat! Sabırlı olun. İçinde bulunduğunuz dünya, afet ve musibet doludur. Bunların gayrısı nadirdir. Yok denecek kadar azdır. Arkasına belayı saklamayan iyilik bulunmaz. Her genişliğin bir sıkıntısı çıkar. Her ferahlıkta bir darlık saklıdır.
Maddi hayatnızı dünyaya verin. Kısmetinizi meşru yoldan alın. Dertlerinizin devası budur. İyi yollardan gelen dünyalık size yeter.
Ey evlad! Kısmetini, meşru olduğuna inanınca al; alırken iman eliyle al. Hakiki yolu arıyorsan. böyle seçmelerdensen, doğrulara katışmışsan emirle al. Hakk'ı bulmuş. ve hal alemine ermişsen, Hak yakınlığında kendini kaybetmişsen, o zaman başka hal olur. Senin hükmün orada geçmez. Sana gönderirler. Emir seni yürütür. O alem seni kötülüklerden korur. Hak işler varlığını, harekete geçirir. Olanlar olur, ama sen yoksun onlarda...
İnsanları senin için üçe böleceğim:
Birincisi, cahil, hakiki aleme sevgisi yok.
İkincisi, seçme ve iyilerle olan.
Üçüncüsü, iyilerin bizzat kendileri ve esasen iyiler.
Hakiki aleme sezisi ve duygusu olmayana «ami» tabir edilir. Bu, İslam dininin temel prensiplerine uyar. Hiç ayrılmaksızın, Allah ne buyurmuş. Peygamber (S.A.) efendimiz ne demişse onu bilir. Ve bu bilgisinin dış kabuğunu bir türlü yırtamaz, dolayısıyla ötelere geçemez. Bu adam, şu ilahi fermanın hükmü altındadır:
— <> (59/7)
O «ami» tabir ettiğimiz, bu yolu kendine seçer, işlerini yukarıda beyan edilen ferman dahilinde yürütürse, saf bir gönül sahibi olur. Ama biraz da iç aleme yönelmesi şarttır. Biraz daha ilerler, hakikatlara daha çok anlayış peyda ederse, Mevla ona ilham kapısını açar, iyiliğini ve kötülüğünü o ilhamla seçer. Bir Ayet-i Kerimede şöyle beyan edilir:
— <> (91/8)
İşbu anlatılan vasıflar, «ami» kulun vasfıdır.
Bu zatın kalbi, yanlış yol tutmaktan titrer. Her şeyde bir işaret bekler. Kur'an-ı Kerim okur. Orada bulamayınca, Peygamber (S.A.) efendimizin emirlerine bakar; orada da bulamazsa bekler. İşinde calışırken, bir melek onu idare eder. Yolunu aydınlatır. Bu anlatılanlar, İslam dininin zahirde beyan edilen emirlerini yerine getirdikten sonra başlar. İmanı kuvvet bulur. Tevhid nuru kalbe yerleşir. Sonra dünya kalbinden çıkar. Daha sonra halkın hayrını ve şerrini görmek de kaybolur. Her türlü maddi iş, ve korku gidince, ilahi ilham gözükmeye başlar; ama bu gözün göreceği cinsten değil.
Artık sabah olmuştur. İkinci hal başlar. İyilere mensup olur. İman nuru gelir. Takva ışığı peyda olur. Amel nuru, sabır nuru, sevgi ve olgunluk nuru da gelir; cümle nurlar birleşir ve artık o da bir insan olur. Bunlar, tek tek, birer meyvadır. Ancak islam dininin hakkı ödendikten sonra başlar ve onun bereketi ile olgunlaşır.
Artık ebdallık başlamiştir. Ebdallar bizzat iyilerdir. Seçmelerin seçmesidir. Bunlardan öte kulluk makamı yoktur. Bunlarda bir iş için evvela islam dininin emri gözetilir. Sonra bizzat emir alınır; sonra bizzat ilahi hareket ve ilham beklenir.
Saydığımız üç şeyin ötesinde hayat yoktur. Manevi ölum vardır. Haram üstüne haram, hastalık üstüne hastalık, dert üstüne dert vardır. Ve sadece baş ağrısı vardır. Çünkü dinin baş emirlerini zedelemişlerdir. Kalb de ezginlige ve bezginlige ugramiştir. Ve artık ceset de yara ve bere içindedir.
Ey cemaat! Mevla'nın tasarrufu sizde devamlıdır. Her an biraz daha tekamül eder. Bu tekamül sonunda, işlerinize dikkat edilir. Sebat gösterebiliyor musunuz yoksa hemen dağılıyor musunuz?.. Yalancılığınız ve doğruluğunuz meydana çıksın.
Kadere uymayan, şefkat bulamaz ve kimse ona uymaz. İlahi hükümlere boyun eğmeyene rıza yolu kapalıdır ve hiç kimse ondan memnun değildir. Vermeyene kimse bir şey vermez. Yolculuğa çıkmayan ata binemez.
Cahil adam!.. Tağyir ve tebdil etmek mi istiyorsun?.. İstedigini, dilediğin şekle sokmak senin hakkın değildir. Kendini bir ilah mı sanıyorsun? Allah birdir. Kimsenin keyfine göre hareket etmez. Zaten ondan gayrı varlık yoktur. Nefsinden gelen bu kötü düşünceden dön; tam dur. Kader seni sarmamış olsaydı, bu yalancı iddia yüzüne vurulurdu. Cevher tecrübe sonu meydana çıkar. Tecrübeden mahrum her şey boştur.
Nefsini kabul etme; Hakkı tanırsın. Çünkü nefsin kendisi için Hakkı inkar etmeni istiyor. İnkar ve tanımamaya önce nefsinden başla; onu yola koyarsan sonrası kolay olur. Ve yavaş yavaş aradığını bulursun. İmanın kuvvet bulur. İmanın kuvvet buldukça, kötülükler senden uzak olur. İmanın zayıfladıkça kötü şeyler evine dolar. Öyle zaman gelir ki, evden bir kötülüğü kapıya atmaya gücün yetmez. İman kuvvetin tam olsaydı, onlar giremezdi.
İman kuvveti lafla ortaya atılacak şey değildir. O şeytanla karşılaştığın zaman belli olur. Kötülerin karşısında imanın sarsılmadan durabiliyorsan korkma, iman kuvvetin vardır. Aksi olunca, boş iddia-yeltenme, imanın zayıf, kuvvetlendirmeye bak.
Bela ve felaket karşısında dimdik durabiliyor musun? Duruyorsan, imanlısın, ve kuvvetlisin. İman ayağı kötülüğe kaymaz. Kayıyorsa iman değildir. Boşuna iddia etme, yazıktır.
Her şeye hürmet et. Her şeyin yaratanını sev. O bir şeyin sevilmesini isterse sev. O sevdirirse senden kabahat kalkar. Çünkü sevdiren O'dur. Sen O'nunsun. Sen yoksun ortada sadece O var.
Buna işaret olarak, Peygamber (S.A.) efendimiz soyle buyuruyor:
— «Dünyanızdan bana üç şey sevdirildi: Güzel koku; kadın; ruhumu hoş eden namaz.»
Bunlar sevdirilmiştir. İlk başta hepsi bırakılmış; sonra Mevla tarafından sevdirilmiştir.
Sen de kalbini temizle. Yalnız Mevla kalsın. O'na teslim ol; icap edenin sevgisini kalbine getirir. O Kerimdir; istediğini sevdirmesini bilir.

Friday, August 03, 2007



May Allah Almighty bring the peace to your soul We miss you a lot !

Allah yarhamak Ya YASİN!


Girizgah
Burada
Yetmiş yara
Daimi kan akıtan
Hafi değil...gün gibi ayan!
Korkusunu ölümün
Korkuyla kundaklayan!

Adını şiirlerim koydum
Ey okuyucu!
Sen adını ölümüm koy.
Ve beni...
Harf hançeriyle müntehir kabul eyle
Çünkü ben,
Müzeyyef zamanlarda
Tef ve zurna yaşamında...
Göğsümü bir defter gibi açıp
Üstüne
Kılıçla... bu şiiri yazdım
Ahmed Matar

Saturday, April 14, 2007


"Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar birbirlerinin velileridir; iyiyi emreder kötülükten alıkorlar; Namaz kılarlar,zekat verirler,Allah'a ve Peygamberlerine itaat ederler."(Tevbe 71)

"insanların Arasını bulmak için hayırlı sözler söyleyerek,olup bitenlerin hayırlı yönlerini ortaya koyarak insanları barıştıran kimse yalancı değildir"
(Muslim,birr,ve sıla:27) Ebu Davud,edeb:79)


Saturday, March 10, 2007

Assalamu Alaykum Wa Rahmatullahi Wa Barakatuhu


Wa in min shay'in illa yusabbihu bi hamdihi....

May Allah bless you all dearest friends ...

and increase you in the knowledge ...

Monday, October 09, 2006


Bediüzzaman'ın hayatından üç tablo

Dr. Veli SIRIM

Bediüzzaman Said Nursî’yi öncelikle eserlerinden okuyarak tanıyanları bekleyen en şaşırtıcı tablo, hiç şüphesiz onun hayatını okudukları zaman gerçekleşiyor.
Özellikle de yabancı akademisyenler ve araştırmacılar için bu şaşkınlık en had seviyelerde gerçekleşiyor.
Neden mi?
Çünkü Risalelerin hemen her satırında sükûnet, selâmet ve dinginlik söz konusu. Her cümlesi, asıl gaye olan iman hakikatlerinin kalplerde yer tutabilmesi gayesine hizmet ediyor.
Risaleleri okuyup da müellifini merak edip araştıran kişi, Bediüzzaman’ın hayatıyla yüz yüze geldiğinde ise, o ana kadar hayallerinde şekillenen portreden tamamen farklı bir şahsiyetle karşılaşıyor. İşte onları okudukça şaşkınlık vadilerinde dolaştıran, sürekli mücadelelerle dolu, savaşların, tehditlerin, baskıların, sürgünlerin ve suikastların ardı ardına sıralandığı bir ömürden birkaç kesit.
Osmanlı Devleti’nin son zamanlarında patlak veren 31 Mart Olayında, yatıştırıcı rol oynamasına rağmen Divan-ı Harpte yargılandı. Ama beraat etti.
Birinci Dünya Savaşı esnasında, Kafkas Cephesinde Ruslarla savaştı, esir düştü.
13 Kasım 1918’de İstanbul’un Müttefik Kuvvetler tarafından işgal edilmesinden sonar, halkı uyarmak için “Hutuvat-ı Sitte” adlı eserini yayınladı. Bu hareketi, İngiliz işgal kuvvetleri komutanı General Harrington’ın emriyle ölü veya diri ele geçirilmek üzere aranmasına sebep oldu.
1925 yılında patlak veren Şeyh Said isyanına destek vermemesine ve hatta onu isyandan vazgeçirmeye çalışmasına rağmen hükümet, onu 1925 yılının Mayıs ayı ortalarında Burdur’a sürgüne gönderdi.
Bu sürgünü diğer sürgünler, hapisler, işkenceler, haksız uygulamalar, asılsız iftiralarla dolu uzunca bir dönem başladı.
Öylesine ağır şartlar altında, böylesine menfîlikten, isyandan ve ümitsizlikten uzak; ama öylesine müsbet, kendinden emin ve ümitle dolu bir hayat.
Her an ölümle yüz yüze; ama uzun ve bereketli bir hayat.
Hayatına kastedenlerden çok daha uzun, çok daha meyveli, çok daha kalıcı eserlerle dolu bir hayat.
İşte Bediüzzaman böyle bir hayat sürdü.
İşte Bediüzzaman’ın, şimdi dünyanın pek çok yerinde, pek çok dile çevrilmiş Risalelerini okuyan binlerce akademisyeni, üniversite talebesini, araştırmacıyı; hemen her kesimden insanı şaşkına çeviren ibret ve hayret dolu tablolardan üç tanesi.
Bu üç tabloda pek çok ortak nokta var.
Bunlardan birisi, her üç tablonun Ramazan ayında yaşanmış olması. Diğer ortak yönleri sizin dikkatinize havale ediyoruz.

Birinci tablo
l945 yılı, Ramazan ayı.
Gecenin karanlığı henüz koyulaşmamış.
Emirdağ’da, sürekli takip ve gözetim altında tutulan bir ev. Üstad Bediüzzaman, şiddetli acılar içinde kıvranıyor. Bu elim halin sebebi ise, yemeğine gizlice konulan zehir.
Üstad’ın zehirlendiğini haber alan yakın talebeleri, derhal ona koştular. Mustafa Acet, Ceylan Çalışkan, Halil Çalışkan, Hamza Emek ve henüz 12 yaşlarında olan İhsan Çalışkan.
Şiddetli sancılarına rağmen Üstad, talebelerinin yardımıyla abdest aldı ve yatsı namazını ancak oturarak edâ edebildi. Her bir saniyesi asırları andıran gecenin yarısına doğru, Üstad, yanında endişeyle bekleyen talebelerine seslendi:
“Elhamdülillah, çok şükür, bu ıztıraptan kurtuldum. Kardeşlere selâm söyleyin, bana dua etsinler.”
Bu zehirleme vak’ası Üstad Bediüzzaman için ne ilk, ne de son oldu. Bu insanlık dışı uygulama 20’den fazla tekrarlandı. Ancak o, tıpkı yıllar öncesi, Ruslara karşı, 300 civarındaki talebesinin başında sipere dahi girmeden “Bu kâfirlerin güllesi beni öldürmeyecek!” diyerek savaştığı dönemlerdeki gibi, iman ve Kur’an hizmetinden asla geri dönmedi. Tıpkı o savaşta, vücudunun en ölümcül yerlerine üç güllenin isabet ettiği halde hayatta kalması gibi, bütün bu zehirleme hadiselerinden de Allah’ın inayetiyle kurtuldu. Hattâ, bir defasında, kendisini ziyaret eden Muammer Şenel isimli talebesine “Evlât, gel!” diyerek yanına çağırmış, göğsünü açarak bir madalya gibi duran izi, etiyle derisi arasında toplanan zehir tabakasını göstermiş, ardından şöyle demişti:
“Bak, bana tam on dört defa (o sıradaki sayı) zehir verdiler, Hâlık’ın öldürmediğini kimse öldüremez!”

İkinci tablo
1960 yılı. Yine Ramazan ayı. Bu defa ikamet yeri Isparta.
Üstad Bediüzzaman, yakın talebelerinden Zübeyir Gündüzalp, Mustafa Sungur, Hüsnü Bayram ve Bayram Yüksel’le birlikte teravih namazlarını kılıyordu. Yatsı namazının farzını kendisi kıldırıyor, yakın talebelerinden Tahirî Mutlu da teravih namazını kıldırıyordu.
Ramazan ayının 15. gecesinde Üstad Bediüzzaman rahatsızlandı. Zübeyir Gündüzalp, namazı kıldıran Tahirî Mutlu’ya “Ağabey, yarıda keselim, sonra tamamlarız” demesi üzerine Üstad, “Yok tamamını kılacağız” cevabın verdi. Ancak Üstad’ın durumu, namazın tamamlanmasına kadar iyice ağırlaşmıştı. Talebeleri onu yatağına götürüp yatırdılar. Bayram Yüksel ve Mustafa Sungur, Cevşen duâsını okumaya başladılar. Bir ara Üstad, bu iki talebesine iyice yaklaşmalarını işaret ettikten sonra, kulaklarına şu sözleri fısıldadı:
“Evlatlarım, evlatlarım, katiyyen müteesir olmayın. Risale-i Nur dinsizlerin, masonların belini kırmıştır. Risale-i Nur daima galiptir. Katiyyen merak etmeyin. Ben kemâl-i ferahla (büyük bir sevinçle) gideceğim.”

Üçüncü tablo
1960 yılı Ramazan ayının 22. günü.
Gece yarısı iki buçuk civarında, ağır hastalığının verdiği elim sıkıntılara rağmen Üstad Bediüzzaman, ısrarla tekrar ediyordu:
“Sabah olsun hemen Urfa’ya gideceğiz. Hazırlanın.”
Canlarından çok sevdikleri Üstad’ın bu sözleri karşısında şaşkına dönen yakın talebeleri, ne yapacaklarını bilemez hale gelmişti. Hüsnü Bayram, Üstad Bediüzzaman’a “Lastikler arızalı” mazeretini dile getirmesi üzerine, çok ısrarcı bir cevap aldı. Üstad, “Urfa’ya gideceğiz, başka araba da olabilir ve iki yüz elli lira da olsa veririz. Hattâ cübbemi bile satabilirim” diyordu.
Üstadın bu ısrarlı tutumu karşısında, yakın talebeleri arabayı hazırlamak için derhal kollarını sıvadılar.
Ve sabah 09:00 civarında, Üstad Bediüzzaman’ı şu geçici dünyadaki son gecesine götüren yolculuk başladı.
Ramazan ayının 23. günü, saatler 11:00’ı gösterirken, Üstad Bediüzzaman’ı taşıyan otomobil, peygamberler şehri olan Urfa’ya ulaştı.
Yürüyemeyecek kadar ağır hasta olan Üstad Bediüzzaman’ı talebeleri şehrin en iyi oteli olarak bilinen İpek Palas’a yerleştirdiler. O gün ve ertesi gün İpek Palas’ın 27 numaralı odası bir yandan resmî görevlilerin, diğer yandan Üstad Bediüzzaman’ın talebeleri ve sevenleriyle doldu taştı.
Yüzlerce Urfalının ziyarete koşması ve Üstadın hepsiyle ilgilenmesi, yakın talebelerini şaşkına çevirmişti. Çünkü o zamana kadar hiç görmedikleri bir tabloyla karşı karşıyaydılar. Isparta’da olsun, Emirdağ’da olsun, hasta olduğu zaman kimseyi yanına almayan Üstad, burada hiç kimseye itiraz etmemiş, bütün Urfalıları adeta kucaklamıştı.
Ramazan ayının 25. gecesi, saat 02:30 civarında, başında nöbet tutan Bayram Yüksel’i sevindiren bir gelişme oldu. Üstad Bediüzzaman rahatlamış ve uykuya dalmıştı. Bunun üzerine sobayı yaktı ve Üstad’ın ayak ucuna geçip uyanmasını bekledi. Ancak bekleme uzamış, sahur vakti de sona ermişti.
Biraz sonra yan odada, azıcık da olsa istirahat edebilen Abdullah Yeğin, Zübeyir Gündüzalp ve Hüsnü Bayram onun yanına geldi. Onlara, “Üstad uyudu, üşütmeyin. Ben sabah namazını kılayım” diyerek yan odaya geçti. Biraz sonra içeriden gelen Abdullah Yeğin ve Hüsnü Bayram, Üstad’dan ses çıkmadığını söylediler. Israrla onun da odaya gelmesini istediler. Hiç birisi vefat olayını aklına getirmek istemiyordu. Üstelik, onları bu yönde iyimserliğe yönelten önemli bir gerekçe vardı. Çünkü Üstad’ın bedeni sımsıcaktı.
Dört Nur talebesinin hemen aklına geliveren ve onları iyimserliğe sevkeden bir olay daha vardı. Bu, 1949 yılında, Afyon hapishanesinde yaşadıkları bir zehirleme vak’asıydı. Bu olayda Üstadın dili kızarmış, uzun süre bütün vücudu dayanılmaz acılarla kıvranmıştı. Bütün Nur talebelerini büyük bir endişe ve korku sarmıştı. Bu yüzden hemen herkes ağlıyordu. Ancak önde gelen Nur talebelerinden Ahmed Feyzi, hemen devreye girmiş, oradaki bütün Nur talebelerinin gönlüne su serpmişti:
“Niye ağlıyorsunuz, daha Üstadın ömrü uzun.”
Ancak, hemen hatıra geliveren bu hadisenin aynen tekrarlamayacağını bu dört güzide Nur talebesi çok iyi biliyorlardı. Geçmişte şahid oldukları pek çok zehirleme, işkence ve baskı uygulamalarında bile Üstad Bediüzzaman’ın büyük bir teslimiyet içinde sarfettiği şu sözleri hemen hatırladılar:
“Hâlık’ın öldürmediğini, kimse öldüremez!”

Sen Süleyman Peygamberin ruhunu incittin ey yahudi
Davut Peygamberin ruhunu sarstın ey yahudi
Zebur'a ihanet ettin ey yahudi
Tevrat'ın ve Zebur'unMusa'nın Davut'un Süleyman'ınVe bütün kitapların ve bütün peygamberlerinGelmesini bekledikleriGeleceğini haber verdikleriVe bütün kitapların ve bütün peygamberlerinEvrene, insana, yere, göre ışık saçan "
...
* * *Nihayet Mescid-i Aksa’yı da yaktın ey yahudi

Asırlardır insanlığın ruhunu yaktığın gibi ey yahudi
Aya çıkarak göğe çıktığını sandın ey yahudi
Göğe çıktığına inanır inanmazBüyük Peygamberin göğe çıktığı yeri yaktın ey yahudi
Mescid-i Aksa’yı yaktın ey yahudi
Daha doğrusu yaktığını sandın ey yahudi
Senin yaktığın gökteki Mescid-i Aksanın ancakgölgesidir ey yahudi
Senin yaktığın Mescid-i Aksanın ruhu değil,Taş, toprak ve ağaçtan işaretidir ey yahudi
Ölüler gibi donmuş bizlere deBelki Mescid-in ateşinden bir köz düşer deBuzlarımız çözülür ey yahudi
Sen vaktiyle peygamberlere ihanet ettiğin gibiŞimdi deOnların en büyüğünün miraca çıkış noktasınaGöğe yükseliş noktasına ihanet ettin
Sen asıl kendi kurtuluşuna ihanet ettinMescid-i Aksanın ruhu yakılmazYakılan ancak taş ve topraktır
Sen asıl kendini yaktın ey yahudi
Sen ancak kendi ruhunu ateşe attın
Cehennemleştirdin kendini ey yahudiKudüs’ü aldıktan sonraGazze'de yapmadığın işkence kalmadıktan sonraDemek Mescid-i Aksayı da yaktın ey yahudi
Utanmazlığını en son uca çıkardınTanrıdan çekinmediğiniİnançsızlığınıKara yürekliliğiniZulüm aşkınıBir kere daha ilan ettinHakettiğin cezayı en şiddetli bir şekilde çekeceksiney yahudiSen kutsal Kudüs’ün ruhuna ihanet ettin
Peygamberlerin dediği bir kere daha olacaktır.Sana haber verilen cezalar bir kere daha gelecektirbaşına
Sen Süleyman Peygamberin ruhunu incittin ey yahudi
Davut Peygamberin ruhunu sarstın ey yahudi
Zebur'a ihanet ettin ey yahudi
Tevrat'ın ve Zebur'unMusa'nın Davut'un Süleyman'ınVe bütün kitapların ve bütün peygamberlerinGelmesini bekledikleriGeleceğini haber verdikleriVe bütün kitapların ve bütün peygamberlerinEvrene, insana, yere, göre ışık saçanBüyük Peygamberin ayak bastığı yereİmam olup bütün peygamberlereNamaz kıldırdığı yereİhanet ettin, aklınca hakaret ettin ey yahudi
Hakettiğin cezayı en şiddetli bir şekildeçekeceksin ey yahudi
Büyük Peygamberin haber verdiği gibiSen cezanı çekerkenEn vahşi taşların arkasına saklansan bileTaşlar olduğun yeri haber verecek
Çünkü sen taşı bile yakacak kadar kinlisin ey yahudi
Sana hiç bir zarar vermemiş bir ümmet için
Sıkıştığın her sefer seni kurtaran
Seni koruyanAcımasından ötürü senin kendisine sığınmanıkabul eden
Kerim, cömert, mert bir ümmet içinİnsanlığın son ümidi bir ümmet için
En büyük kini duymaktasın
O fakir de olsa uludur
O mazlumdurSen onun ululuğunu ve mazlumluğunu, hakikattaşıyıcılığını kıskanıyorsun ey yahudi
Bir gün gelecek azgınlığın sona erecektirKutsal Kudüs kurtulacak
Mescid-i Aksayı bu ümmet altından ve zebercettenve yakuttanYeniden yapabilecek bir kudrete erecektir
O gün Tanrının azabı senin için şiddetli olacaktır
Biz istesek bile seni ondan kurtaramıyacağız ey yahudi
Bize bu yapılanı yapan sen değilsinBiz kendi cezamızı çekiyoruz
Sen de bir gün kendi cezanı çekeceksin ey yahudi
Sana yeryüzü lanet edecektir
Sana gökyüzü lanet edecektir ey yahudi
En kısa zamanda tövbe yolunu tutmazsan ey yahudi

1969Diriliş Dergisi Sayı 1

DİRİLİŞ YAYINLARI

Tuesday, August 01, 2006

http://www.aljazeera.net/NR/exeres/9A95338E-CB37-4961-919E-DEECA35B022A.htm

WA SALAHADDINA ...!!

WA MU'TASIMAA!!...


Nursi said: "Oh Brothers who are listening to these words of mine here in Ummayyad Mosque! And Oh Muslim brothers in the mosque of the World of Islam forty to fifty years later! Do not make apologies, saying, "We do not do any harm, but also we do not have the power to do anything beneficial; therefore we are excused."Such an apology is not acceptable. Your laziness, and saying,"What is it to me?", and your displaying no effort and not getting into the working spirit through Islamic Unity and true Islamic Nationhood have done much damage and injustice to yourselve. (The Damascus Sermon)

Thursday, July 20, 2006



Assalamu Alaykum all people ...

hope every one is ok and on the top of best level of health ...but I am so sad about last attacks of Occupier Zionist Israel's attack on Turkey (Via Pkk ) and Palestine and Lebanon ...

Every One Shall know that; Occupier Isrel prepares it's end With that kind of attacks against Muslim Countries ..as we have seen in the History People Who try to occupy Al Quds and Palestine area they all could not be succesfull..

We call Isrel to stop its Attacks and killing the Chidrens and civil people in Lebanon and Palestine and also do not İtching the Seperatist Kurdish Movements in the kurdish are of Turkey..










May Allah Almighty bless Muslim Ummah..