Nurlu Dünya---Freedom--Azadi

Saturday, April 29, 2006

Alın, terle anlam bulur

Saadet BAYRİ

En sevdiğim hayvan, karıncadır. Minicik gövdeleri, küçücük ayakları, görünmeyen gözleri ile hep çok komik gelmişlerdir bana. Karıncaları sevmemde tek etken, fizikî ölçüleri değil elbet. Yorulmak bilmeyen çalışkanlıkları, her ne olursa olsun, tükenmeyen azimleri de onlara olan sevgimi perçinlemiştir. Bir defasında içlerinden birini, kendinden kat kat büyük çekirdek kabuğunu taşırken izlemiştim. Öyle bir mücadelesi vardı ki gözlerim doldu. O kabuğu defalarca düşürüyor, hiçbir şey olmamış gibi geri dönüyor ve yeniden sırtına alıp ilerliyordu. Bu durum, defalarca devam etti. Ben izlemekten yorulmuş, ona acımıştım. Ama o hiç pes etmedi. Amacına ulaşana kadar uğraştı ve kabuğu yuvasına taşıdı. Zafer onundu. Sevinçle alkışladım onu, mutlu olmuştum.Bu olaydan sonra düşündüm: Bu hayvancığı minicik vücuduyla böylesine çalıştıran, bıktırmayan, yorsa da yılmadan yeniden gayrete getiren sır neydi? Oysa herhangi bir takdir almıyordu. Kimseye kendini ispatlama derdi de yoktu. Ayrıca karıncalara da has değildi bu çalışkanlık. Mesela arının milyonlarca çiçeği gezip sonra emr-i İlahî ile yolunu kaybetmeyerek döndüğü yuvasında bal yapması... Kuşların bir mühendisten daha bir itinayla çalışıp bin bir sanatla yuvasının inşasını tamamlaması… İneğin, koyunun süt vermesi... Çiçeklerin açması, ağaçların meyve vermesi... Dağların, suyun mahzeni ve havanın tarağı olması... Güneşin doğuşu, batışı... Yağmurun, karın yağması, rüzgarın esmesi... Bunlar gibi, bütün yaratılanlar sürekli hareket halinde, durmak bilmeyen bir azimle çalışıyorlardı. Öyleyse yaratıklardaki bu faaliyet ve harekette bir istek, bir arzu, bir lezzet çeşidi vardı. Belki her faaliyet bir çeşit lezzetti ve lezzet dahi kemale yönelmişti; bu, belki bir nevi kemaldi.1 Çalışmanın her çeşidi, küçük olsun büyük olsun, onlara bir lezzet veriyordu.2 Ayrıca çalışmaktan gelen hareketleri de Yaratıcılarını tesbih etmeleri ve sessizce konuşmalarıydı.3 Yoksa, her defasında bu vazifelerini ilk defa yapıyormuş gibi şevkli ve hareketli olurlar mıydı?Bu düşünceler eşliğinde, faaliyet hâlinde olmanın lezzetini hissetmeye çalıştım. Aklıma küçük bir çocuğun yürümek için yaptığı ilk çabalar geldi. Küçük bir çocuk yürümeye yeni başlayınca, elini tutturmaz ve desteksiz yürümek ister. Düşer, sendeler; ama hiç yılmaz. Bin bir gayetle kalkar, yeniden mücadelesine başlar. Her düştüğünde siz yardım etmeyin diye de "Hiçbir şey olmadı" der gibi gözlerinize bakar. Bu gayretlerinin sonunda başarınca da değmeyin keyfine, size gülücükler dağıtır. Bir mücadele vermiş ve kazanmıştır çünkü. Aynı şekilde, bir çiftçi akşama kadar tarlasında çalışır, yorgunluktan bitap düşer; ama evine gelirken mutludur. Çünkü o günü boş geçirmemiş, evinin rızkı için bir şeyler yapmıştır. O yıl çok fazla ürün almasa dahi mutludur, yapabileceğini yapmıştır nihayetinde. Aynı şekilde bir öğrenci ne kadar çok çalışır, ne kadar çok soru çözerse, o kadar rahattır. Belki geceler boyu uykusuz kalır. Birçok zevkten mahrumdur; ama olsun, bu lezzet diğer birçok dünyevî lezzetten daha çok tat verir ona. Bilir ki, çalışmadan hiçbir şey başarılamaz. Bu örnekleri çoğaltabiliriz. Ve bu farklı kareleri gördükçe, bizlerin de çalışmaktan, gayret etmekten ne kadar lezzet aldığımızı fark ettim. Zira hareket hâlinde olmak ve bu hâlden lezzet almak, tüm yaratılmışların fıtratlarına yerleştirilmiştir. Ayrıca coşkulu ve hareketli olarak yaratılan insanın rahatı, yalnız çalışmakta yatar. Yaratıcımız her şey için mükemmel bir seviye belirlemiş. Ve o seviyeye çıkmak için, bir meyil vermiş. Her şey o yöne doğru hareket etmek için emir almış gibi, muntazam olarak o noktaya ilerliyor.4 Bu ilerleyiş, yaratılan varlıklara göre değişiyor. İnsan da dünyaya vazifeli olarak gelir. Bu sebeple kabiliyetlerini ortaya çıkarmak için çalıştıkça, rahatlar bir nefes alır. İşte, yaptığımız işlerden aldığımız lezzet hep bu sırdandır.5 Nitekim fıtrata uygun hareket etmek, lezzet verir. Faaliyetten gelen hareket ve bu hareketin zeval bularak daha iyiye tebdil etmesi de beden diliyle çekilen tespihtir.6 Yani, bir nevi vücudun zikretmesidir.Hâl böyleyken, yaratılış hikmetine uygun hareket etmeyenler, durgun su gibi çabuk kirlenir ve bozulurlar. Çalışan ve bu hâlden hoşnut olarak yaratılan insan, fıtratına ters hareket edemez. Bu, yaratılan bütün mevcudat için de geçerlidir. Gürül gürül akan bir su ile hareket etmeyen suyu düşenelim… Birinde berraklık, temizlik varken; diğerinde kirlilik... Zamanla kokuşup bataklık hâline gelir. İnsanlar da böyledir. Kendine verilen yetenekleri ortaya çıkarmak için hiç gayret göstermeyen, tembellik eden kişiler sürekli şikâyet edip durur. En bedbaht, en muzdarip, en sıkıntılı da onlardır. Oysa tembellik ve işsizlik yokluğun kardeşidir.7 Öyle ki, tembellik ile can sıkıntısı kol kola gezer. İnsan bu hâliyle öyle bir şeyi israf eder ki, bir daha geri gelmez: HAYATINI...Hiç dikkat ettiniz mi? Çevremizde en yorgun, en bitkin olanlar tembel insanlardır. Bu tür insanlar, vakitlerini nasıl harcayacaklarını bilemezler. Onlar için günler geçmez, saatler ilerlemez. Yaşadıkları her gün, sırtlarına yüklenmiş ağır bir yük gibi nefes nefese bırakır onları. Boş oturmak, işlemeyen demir misali, paslanmalarına sebep olur. Hiçbir şeyle uğraşmadığınız zaman, saniyeler dahi geçmez. Bütün bu hakikatler gösteriyor ki: Hayat bir faaliyet ve harekettir. Şevk ise matiyyesi/bineğidir.9 Bundan dolayı, hareket bizim için sakınılmayacak bir mecburiyet, bir ihtiyaç ve bir zevk hâlini almalıdır. Her şeyden önemlisi insan çok kabiliyetli, zeki ve birçok imkâna sahip olabilir; ama bunların hepsi vagondur. Bu vagonları birbirine bağlayıp yürütecek lokomotif gerekir. Bu lokomotif de şevk içinde çalışmaktan başka bir şey değildir.10

Dipnotlar:

1- Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, İstanbul 1958, s.902- a.g.e., s. 5283- a.g.e., s. 3134- İşaratü'l İ'caz, Mütercim:Abdülmecid Nursi, s.185- Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, İstanbul,1958, s.3146- a.g.e., s.3137- Bediüzzaman Said Nursi, Hutbe-i Şâmiye, İstanbul 1960, s.1208- Bediüzzaman Said Nursi, Lem’alar, İstanbul1986, s.199- Bediüzzaman Said Nursi, Münazarat, İstanbul 1999, s.8510- Şükrü Apuhan, Başarı yolunda 70 Altın Kural, Timaş Yay., s.23

0 Comments:

Post a Comment

Subscribe to Post Comments [Atom]



<< Home