Nurlu Dünya---Freedom--Azadi

Saturday, April 29, 2006

Amelikalılar,Calud,Davud ve Beş Çakıl taşı
murat Çiftkaya

BEŞ ÇAKIL TAŞI, Hz. Davud henüz bir çocuk iken İsrailoğullarını yurtlarından kovmuş, onları hem manen hem maddeten aşağılayan Amelikalıların zırh kuşanmış dev komutanı Calud’un karşısına çıktığında cebindeki yegâne cephanesiydi. Ağır silahlar taşıyan dev Calud’un karşısında, zırh giymeyi reddettiği minicik bedeniyle neredeyse silâhsız olarak duruyordu genç Davud. Amelikalıların komutanının elinde tek bir sapan cebinde beş çakıl taşıyla Davud’a tepeden baktığını, onu küçümsediğini ve alaya aldığını gerek var mı?
Peki Calud ile Davud’un savaşından kim galip çıktı dersiniz? Davud!
Dev Amelika ordusunun dev komutanını tek bir sapan taşıyla alt edebildi Davud. Çünkü Firavun’u alt eden karıncalar gibi, Nemrut’u aciz bırakıp hayattan usandıran—bir rivayete göre kör ve topal sivrisinek gibi—emr-i ilâhî ile hareket ediyordu. Davud hem Calud’u öldürdü, ve böylece hem de Amelika ordusunun dağılmasını sağladı, çünkü şu ilâhî hakikat ve müjde onun kalbine vahyedilmişti: “Herhangi bir kulum, yarattıklarıma değil de Bana sırtını dayarsa, bunu onun samimi niyetinden de anlarsam, gökler içindekilerle beraber ona tuzak kursalar, Ben, bu tuzaktan kurtulması için ona mutlaka bir çıkış kapısı açarım. Her hangi bir kulum da Beni bırakıp bir yaratığa sırtını dayarsa ve Ben bunu niyetinden de anlarsam, mutlaka önündeki bütün yükseliş sebeplerini keser ve çöküş yollarını kolaylaştırırım.” Davud, sapanına yerleştirdiği ilk çakıl taşıyla mü’minlerin gönlündeki korkuları, Amelikalıların nefsindeki kibri darmadağın etti.
Peygamberler, sadece yaşadıkları dönem için değil, gelecek bütün nesiller için dilleriyle ve halleriyle hakikatleri ders verirler. Yaşadıkları, tarihî olaylar değil; evrensel (küllî) hakikatlerin çekirdeklerini taşıyan örneklerdir. Ki, Müslümanların Hz. Muhammed’in (sav) yanı sıra diğer tüm peygamberlere iman etmesi, o peygamberler eliyle gönderilen hakikat derslerine açık olduklarını gösterir.
Ve bugün, zulümlü, kaba güce dayanan zorbalıkların koyu gölgesini en fazla ruhumuzda hissediyorsak; kimi zaman tuzağa düşmemek için aynı cinsten tuzaklar kurmaya, altında ezildiğimiz kaba gücün cenderesinden kurtulmak için kaba güç arayışlarına girebiliyorsak; modern Caludların dev orduları karşısında ümidimizi yitirebiliyorsak genç Davud’un ve sapanının bize söyleyeceği çok şey var demektir.
Zorbaların kaba gücüyle zahirî akıl gözleri kamaşan; modernliğin hakkı değil gücü esas tutan düsturlarının tuzağına düşebilen; “ulusal çıkarlar” bahanesiyle masumların ateşe atılmasına göz yumabilen veya bu ateşi küçük de olsa maddî veya manevî üfürüğüyle körükleyebilen bizlere, Davud gücümüzün asıl kaynağının adresini gösterir. Zorbaları ve zalimleri kendi gücümüzle değil; O’nun kudretine, O’nun hikmetine, O’nun adaletli ilkelerine dayanarak alt edebileceğimiz dersini verir.
Bu sayede Yunus gibi bir sineğin kartalı yere vurabileceğine ve havaya savrulan tozlarına şahit olabiliriz.
Hatırlayalım: Calud, İsrailoğullarını perişan ederek yurtlarından sürmüştü. Bunun üzerine İsrailoğulları peygamberlerine giderek, kendilerine bir kumandan tayin etmesini istemişlerdi. Peygamberleri de halktan biri olan Talud'u başlarına kumandan tayin etmişti.
Servet ve sermayeyi güç ölçüsü kabul eden İsrailoğullarının tepkisi “Biz, hükümdarlığa daha layık olduğumuz halde, kendisine servet ve zenginlik yönünden geniş imkanlar verilmemişken o bize nasıl hükümdar olur?” (Bakara: 247) şeklinde olmuştu.
Birlikte hakka hizmet ederken bile mü’minlerin kendi aralarında düşebileceği “iktidar” odaklı rekabetleri ve kıskançlıkları haber verir ve ikaz eder bu durum.
Talud'un Amelikalılara karşı ordu hazırlamak için adam toplamakta sıkıntı çektiği rivayet edilir. Bu durumu ortadan kaldırmak ve orduya katılıma teşvik için taahhütlerde bulunur. Kendisiyle savaşa katılacak ve Calud'u öldürecek kişiye malının yarısını vereceğini, ayrıca kızını da onunla evlendireceğini bildirir.
Bu gelişmeler yaşanırken henüz Davud Aleyhisselam orduya katılmış değildir. O, hâlâ hayvanlarıyla meşgul olmakta ve başlarında durmaktadır. Hayvanlarını güttüğü sırada, "Ey Davud! Calud'u sen öldüreceksin, haydi sürünü Rabb'ine emanet et ve kardeşlerine katıl!" mealinde bir ses duyduğu rivayet edilir.
Şahsî servet ve statüsünü koruma endişesiyle zulme ve zorbalığa ses çıkaramayan, maddî-manevî cihad yolunda mal-mülk endişesine yenik düşen mü’minlere de bir sesleniştir bu aslında: “Malını-mülkünü, asıl Sahibi olan Rabbine emanet et ve kardeşlerine katıl!”
Hz. Davud’un da katıldığı Talud komutasındaki ordu bir ırmağın karşı tarafına geçmek durumundadır. Irmak, küçük cihadlardan önce büyük cihadları, yani nefislerle yaşanan mücadelenin simgesidir. Irmağa geldiklerinde Talud askerlerine seslenir: “Doğrusu Allah sizi bir ırmakla imtihan edecektir. Kim bundan içerse, artık o benden değildir ve kim de—eliyle bir avuç alanlar hariç—onu tatmazsa bendendir!” (Bakara, 249) Kur’an’ın haberiyle küçük bir kısmı hariç askerlerin hepsi sudan içer. Talud ve imtihandan alınlarının akıyla çıkan az sayıdaki asker ırmağı geçtiklerinde geride kalanlar şöyle derler: “Bugün bizim Calud'a ve ordusuna karşı (koyacak) gücümüz yok.”
Dünyaya dünya adına bakmamanın, onunla doymaya çalışmamanın, aksi davranışın insanı Rabbinin rahmet ve kudretinden, cesaretten, ilkeli olmaktan uzaklaştıracağının veciz bir öyküsüdür yasak ırmakla yaşananlar. Ruhlarının susuzluğunu dünya ırmağıyla kandırmaya çalışanlar hem kardeşlerini kaybederler, hem de kendilerine duydukları güveni ve inancı. Kalblerindeki ümidi ve cesareti yıkıp götürür içtikleri her avuç yasak su. Öylesine yitirirler ki ümitlerini, kardeşlerine bile bulaştırmaya çalışırlar ümitsizliklerini: “Bugün bizim Calud’a ve ordusuna karşı koyacak gücümüz yok.”
Az sayıdaki ordu, ırmağa kananlarla sayıca daha da azalmış, üstelik geride kalanlar terk ettikleri kardeşlerinin çok olan azimlerini de azaltmak istemektedir. Git gide azalmış mü’minlerin bu durumdaki tavrı ise zamanın ötesinden ezelî bir hakikatı dile getirir: “Nice küçük topluluk, daha çok olan bir topluluğa Allah’ın izniyle galip gelmiştir; Allah sabredenlerle beraberdir.” (Bakara, 249)
Azlık-çokluk hakkındaki bu hakikat, çağların ötesinden, özellikle de niceliğin egemenliğine girmiş biz âhirzaman insanlarına verilen bir ders değil mi sizce de?

0 Comments:

Post a Comment

Subscribe to Post Comments [Atom]



<< Home